badana - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

badana

içinde bir kaç deri koltuk ve masanın bulunduğu bir odayı tahsis ettiler önce. sonra yan odalardaki çalışma arkadaşlarımla tanıştım tek tek. merak ve sorgu dolu gözlerle ama belli de etmemeye çalışarak birbirimizi inceledikten hemen sonra klasik ve kısa bir başlangıç konuşması yapıp odama çekildim. ilk öğrendiğim dahili numaradan çay söyledim kendime. kahvemiz çok güzel dediler. çay da ısrar ettim.

her şeye, hep aynı şeylere farklı bir yerde yeniden başlıyor olmak yıkılan domino taşlarını tekrar dizmek gibi. zor değil de bıktırıcı. bu şekilde daha ne kadar devam edebilirdi ki insan. detayları düşündükçe daha çok midem bulandı.
nefes almaya ihtiyacım vardı.
hemen arkamdaki pencereyi açtım. taze bahar kokusunu çekebildiğim kadar derinlerime çektim.
ismini bilmediğin bir kaç çeşit orta yaşlı ağaçla, bir kaç tür çiçek ve bolca ot vardı arka bahçede. bir kaç dakika bu hareketsizliği izledikten sonra koltuğa kuruldum. atlı karıncaya ilk defa oturan çocuklar gibi sağına soluna bakınıp şöyle bir tarttım koltuğu. ileri geri kaykıldım ve rahat olduğuna hükmettim. ve duvarları incelemeye koyuldum daha sonra. çok fazla sadelik vardı dört duvarda da. sol üst yanımda bir atatürk portresi karşımda ise eski istanbul semtlerinden birinin yağlı boya tablosu. neresi olduğuna dair hiç bir fikrim yok. istanbul olduğundan da şüpheliyim aslında. altındaki karınca duasından hallice yazıyı okumak için zahmet edip kalkmadım yerimden. pekala bir kaç tablo daha konabilirdi.

pek çok yerini boş bıraktıkları duvarın badanasını incelemeye koyuldum bu sefer. şampanya rengi mi diyorlardı hani böyle sarıya benzeyen ama tam sarı olmayan açık sarıdan daha da açık bir renk, fildişi miydi yoksa? çıkaramadım.
ama şimdi doğruya doğru ve sezar'ın hakkı sezar'a. temiz ve ince bir işçilik çıkarmış ustalar. pürüzsüz, lekesiz. yetenekli ressamların tuvalinden yansıyan sanat eseri gibi. çok beğendim.
çocukluğumdan kalma bir ilgi bu. yeni girdiğim mekanlarda ilk baktığım şey duvarların badanasıdır. bizim evde boya badana işlerini annem ve babam yapardı . her yaz okullar tatil olur olmaz önce duvarlara sonra birbirlerine girişirlerdi. mecazi anlamda ve daha çok söz dalaşıyla elbet. ikisi de birbirinin yaptığını beğenmez ama ne hikmetse sonunda herkesin beğendiği tertemiz ve nefis bir tablo çıkardı ortaya! öyle ki komşular bilmeden; "şu ustanın adresini versen de biz de boyatsak evimizi " dediklerinde babamım o kendine has sessiz ve abartısız böbürlenmesine ondan çok ben sevinirdim. 
malum bazı şeyler ırsidir. mesela saçlarımın seyrek olması babamdan, gözlerimin rengi ve detaycı olmam annemden kalıntıdır! ama ve maalesef her ikisinin usta boyacılara taş çıkartan bu şekil ve daha bir çok el becerisinden eser yok ben de. 
bunları çok dert etmiyorum da onların bu şekilde yeri geldiğinde tartıştığı ama saygı ve sevgiyi hiç mi hiç ellerinden bırakmadığı, her türlü imkansızlıkta hayata karşı hep inatçı ve iştahlı tutunma becerilerini, yaşama sevinçlerini sergileyememiş olmam koyuyor bana daha çok doktor.  yoksa benim de askerde tavan boyası yapmışlığım var elbet.