14. mektup - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

14. mektup


kardan sonra açan güneşle nasıl ferahlıyorsa dünya gece yağan yağmur sonrası öylesine temiz bir sabah. uykum var. ama belli etmiyorum. bostancı’da uyanıyorum.
deniz havası. kuşlar. rüzgar. ve ilahi sessizlik!. 
sessizliği bozan tek şey. kayalara vuran dalgalar.. ihtiyacım olan buymuş dedim. içimden. bir martı kahkaha attı. aldırmadım. çünkü biliyorum. beni seviyorlar. ben de onları.
.
bir sene sonra ilk kez. keyfimce bir şeyler yapıyorum. kadıköy’e mecbur kalmadıkça inmiyorum. artık hem uzak. hem ... 
hem bilirsin işte. güzel hatıralar. geri gelmesi imkansız anlar.
aylar sonra işte, bugün ilk kez kendim için bir şey yaptım.
.
sahildeyim. karnım aç. gidip karnımı doyurmam gerek. lakin tembelim. hem günahtır belki söylemesi ama zarifoğlu gibi benim de hoşuma gidiyor bu durum. açlığa dayanıyorum. yosun kokusunu içime çekip dünyanın en güzel kuşlarını izliyorum. bir yandan da adalar’a bakıp bu yazdıklarımı kafamda çeviriyorum. annem geliyor aklıma. “yazmak karın doyurmaz oğlum. adam gibi sigortalı bir işin olsun” demesini hatırlıyorum. yıllar önceydi. şimdi sigortalı bir işim var ama.. 
ama işte...
.
yaradan, ölüm dışında her derdin devasını veriyor. bir saattir izlediğim, fotoğraflarını çektiğim şu 
kuşlar olmasa ne yapardım bilmiyorum. 2 lira dolmuş parasına sınırsız terapi. üstüne iyot kokusu, adalar manzarası. şanslıysan çiseleyen yağmur, sakin bir sahil. hani hep gitmek istediğimiz o küçük kasaba gibi.
.
.
hafta içi o kasabalardan birindeydim. tüm şartlar oluşmuştu. bir denizi yoktu. ama gölü vardı. yeterdi. insanlar telaşsız. insanlar sakin. korna sesi yok. koşturmaca yok. itiş kakış yok. sakinlik ve ağırlık var. ama yalan da yok! şimdi ben burada, böyle bir yerde ne kadar yapabilirim. aşk’ın o bayıltıcı etkisi geçtikten sonra olduğu gibi rutinden ve sakinlikten sıkılır mıyım? beş sene önce bu fikir kafama yattığında bana “sen yapamazsın, bu küçük şehirde çabuk sıkılırsın” diyen amcamın oğlu ve karısı haklı çıkar mıydı? 
bu düşüncelerle ilçenin saat kulesi dibine kurulmuş tek meydanına geldim. sağlı, sollu yayılmış kahvelerde dayımı aradım. üçüncüde, çınar ağacının yamacındaki 5 masası da dolu olan hilmi’nin kahvehanesinde buldum dayımı. yanında dört adam daha vardı. hiç birini tanımıyordum. onlar da beni bilmiyordu. yalnız bir tanesi beni babamdan dolayı tanıdı. dayıma doğru ; ‘ahmet’in oğlu değil mi bu?’ dediler. 
babana ne kadar çok benziyorsun evlat. gel otur bir çayımızı iç hele.’
acil işim olduğunu söyleyip dayımı bir kenara çektim. hemen istanbul’a dönmem gerektiğini, yarım kalan işleri o’nun tamamlamasını rica ettim.
ve ilk uçakla kaos şehrine geri döndüm.
.
.
şimdi. meşhur bir kahvecideyim. düşüncelerimi temize çektim. karnım aç. açlığa ve sensizliğe dayanıyorum..
.