kurumlara basma - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

kurumlara basma

yağmur hiç durmadı. şoför yanı bir numarada. kâh pıt pıt cama vuran yağmurun narin sesi, kâh hart hurt sileceklerin çıkardığı hoyrat sesi ama en çok ağır bir arabeks dinledim bu akşam. anlamaya çalıştım. soluma döndüm. şoförün yeni terleyen bıyıklarında vazgeçtim empati yapmaktan. sonrası zaten nerden geldiği belli olmayan, iflah olmaz, kesif bir is kokusu. 
.
"kurum" derdi annem. rahmetli babam da öyle derdi. onların anne ve babaları ne derdi bilmem. kuzine (biz güzine derdik) sobamız vardı eskiden. belli yaşın üstünde ve belli gelirin altındaki çoğu insanın da vardı zaten. evet bu sobaların kestanesi, patatesi ayrı bir keyifti. lakin bizim evde senede en az iki, en çok dört kez kurum boşaltma çilesi yaşanırdı bu sobalar yüzünden. burada herhangi bir devlet kurumundan bahsetmediğim anlaşılmıştır sanırım. siyah, kemerburgaz kömürü sobada yandıkça aynı renkteki kurumlarını. kahverengi soba borularının içine bırakırdı. asker olmayan ama askeri bir kurumda çalışan babam haliyle titiz bir adamdı. lodos, zehirlenme vb ihtimallerden çok ihtimamlıydı bu konularda. işbu sebeple daha kışın ortası gelmeden kurum temizleme harekatı başlatırdı evde. bu harekat neden bilmem her zaman cumartesi sabahları olurdu. mustafa yolaşan'lı tatil sabahı yahut radyo tiyatrosu başlamadan bizimkilerin hır-gür, tatlı-sert temizlik seferliği başlardı. bir yandan iş yapar, bir yandan didişirlerdi. çünkü enerjilerinin yakıtı buydu. ben gürültüye uyanıp uykulu gözlerle etraf pislenmesin diye yerlere serilen eski gazetelerin üstünde yürürken annemin şefkatten uzak, nazi subayına yakın ses tonuyla ayaklı uykumdan uyanırdım. KURUMLARA BASMAAA, KURUMLARA BASMAAAA. 
o panikle daha çok basar, annem daha çok delirirdi. bu kükremeye bu sefer kardeşim uyanıp gelirdi. annem bir kez de o'nun için ama bu sefer yalvarır tonda terennüm eylerdi ; "evladım allah rızası için basmayın şu kurumlara, geride durun. az geride"
.
oysa en büyüğümüz ilkokul dörde gidiyordu. kurum nedir, devlet kime denir bilmiyorduk. en fazla yerli malı yurdun malı, bir de hayat bilgisi kümeleri ufuk-tan-doğan-güneş vardı körpe zihinlerimizde. kemalettin tuğcu bile okumaya başlamamıştık daha. düşün artık gerisini. bu büyükleri anlamak ne zordu o zamanlar.
.
ama şimdi.....
büyük olmak zor.
yağmurun çamurla, alacakaranlığın is kokusuyla karıştığı bu ıslak mart akşamında kalabalığın içinde biri ; "kurumlara basma, soluma o pis kurumu içine" diyecek gibi hissediyorum.
hemen peşinden de müşfik bir sesin "bırak hanım çocuklara yüklenmeyi de bir an evvel bitirelim şu temizliği" demesini bekliyorum. lakin olmuyor. kimse bir şey demiyor. sadece yağmur. 
hiç durmadı bugün..
.