beş vakit - 13 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

beş vakit - 13

sabah:
yine, yeni bir gün. yaklaşık 33 yolcu güneşe doğru gidiyoruz. en arkada dörtlü koltuktayım. uykum yok. ama gözümü açasım da yok. model dinliyorum yine güneş yüzüme masaj yaparken. bir yandan beynimin orta yerinden geçen düşünceleri süzmeye çalışıyorum. o kadar çoklar ki. rahat bırakmıyorlar. uyutmuyorlar. yazarsam belki geçer diyorum. bazıları gerçekten yazınca geçip gidiyorlar. hani belli bir dönem hayatınıza girip çok tesir etmeden geçip giden insanlar gibi. ama ve aslında siz de iyi biliyorsunuz ki o tesiri olmadığını düşündüğünüz insanlarla başka şart ve şekillerde misal paralel evrenlerin herhangi birinde tanışıklığınız olsaydı en mutlu sonlu bir hikayenin başrolünü paylaşabilirdiniz. 
öte yandan, bir de yazsanız da, çizseniz de, yeni atılmış betonun üzerine kazınmış yazılar gibi, alın yazısı gibi hiç gitmeyen, bitmeyen düşünceleri oluyor insanın. işte onların çaresi yok. en azından ben bulamadım. -bulan varsa mektup yazsın.-  işte o vakit küçük oyunlar, meşgaleler icat ediyorum kendime. misal otobüste yanıma, yakınına oturan insanların tipinden hangi durakta ineceğini tahmin ediyorum. bu beni bir süre oyalıyor. sonra işte emre aydın çalmaya başlıyor. en başa dönüyorum. eylülü özlüyorum..
.
öğle : 
tam yarımda yemeğimi yedim. odama çıktım. sabahki hissiyatım yerli yerindeydi. üstelik şimdi uykum da vardı. perdeleri kapadım. radyo voyage'ı açtım. turuncu renkli bütçe klasörüne başımı koydum. radyoda sharazede co-la dolce vita çalarken uzunca boylu bir kadın geldi. gülen gözleri ve düz, kumral saçlarıyla. arkasında güneş, yanında rüzgar vardı. sol elinin iki parmağıyla yüzünü örten saçlarını düzeltirken yarı kapalı biçimde sağ avcunu bana uzattı. sağ avcumu uzattım. itiraf etmeliyim. çok güzel gülüyordu. tam elindekini bana vermek üzereyken cızırtılı, hastalıklı bir ses duydum.
-hurdacııı...
.
ikindi: 
bir gün diyorum, hani havalar çok da ısınmadan, hafta içi bir gün. sebepsiz yere işe gitmeyip yahut sabah erkenden "ben iyi değilim" diyerek işten çıkıp akşama kadar güneşli bir cafede oturacağım. şu an ki hissiyatım bu. yarın n'olur bilemem?
.
akşam: 
ne vakittir bir şey okumuyordum. ama doğruya doğru şimdi okumayı hep istedim. siyah evrak çantam şahitlik edebilir buna. geçen hafta mesela; orhan pamuk'un kara kitap'ını gezdirdim çantamda. lakin yazmak yahut etraftaki insanlar hakkında yalan yanlış hikayeler uydurmak daha cazip geldi. ondan önceki hafta da ihsan oktay'ın puslu kıtalar atlası'nı gezdirmiştim. ondan bir hafta önce de sartre'nin bulantısı'nı. 
geçen hafta sonu migrostan öte beri alırken gördüğüm ve yolda gidip gelirken en azından bunları okurum diye iki ayrı mizah dergisi aldım aylar sonra. lakin kitapların laneti dergilere bulaşmış gibi, üç gündür onları gezdiriyorum çantamda.
sonunda ve bugün anladım ki; sorun kitaplarda değil bende!
.
yatsı: 
konuşmak için bir bahanem yok. bahane üretesim de. sadece özledim. hepsi bu.
.