gülümse - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

gülümse

merhaba dedim.
buyrun oturun dedi.
muayene barkodunu uzattım.
yüzüme bakmadan hızlıca kaydımı yaptı. yüksek perdeden ve yarı otoriter bir sesle;
evet dinliyorum nedir şikayetiniz diye sordu.
hızlıca anlattım. benim aksime o sakince not aldı.
sanki dayak yemiş, yok hayır kamyon çarpmış gibi hissediyorum doktor hanım dedim.
gülümsedi.
ama gülüşünü beğenmedim. yine de anlatmaya devam ettim.
kollarım kopuyor, ayaklarım tutmuyor. şiddetli mi şiddetli bir ağrı. boğazımda yanma, hafif de öksürük var.
dikkatle dinlemeye devam etti. o'nun bu dikkati beni tüm bildiklerimi anlatmaya sevk etti. sağlık sonuçta. şakaya gelmez.
theraflu içtim dedim sabah ve öğlen. üstüne bir de tylolhot.
aferin dedi.
yok aferin içmedim dedim.
bu kez sinirli bir şekilde güldü ve ilave etti.
onu demiyorum beyefendi ikisini de peş peşe mi içtiniz diye soruyorum.
yani dedim.
dişlerini sıktı. dudaklarını büzüştürdü.
peki çarpıntı var mı?
ciddi çarpıntı yapar bu ikisi dedi.
var ama bugünlük bir olay değil dedim.
ne demek bu diye sordu.
anlattım.
bu sıralar kalbime mukayyet olamıyorum doktor. çok çarpıntı yapıyor. mesela olur olmaz yerlerde aklıma geliyor. önce şapşalca gülümsüyorum. sonra kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor dedim.
yine güldü.
ben yine beğenmedim gülüşünü.
iyi dedi. uzanın şöyle bakalım. 
nasıl yani dedim.
muayene edeceğim. ne yapacağımı sanıyorsunuz?
nemrut, huysuz biri ama allah için işini ciddiye alan ve düzgün yapan biri doktor. bu bir kaç dakikada hakkındaki hükmüm bu oldu.
ikisini aynı anda içtiğin için tansiyonun da çıkar dedi.
farkında değilim dedim.
tansiyonumu ölçtü. normal dedi.
şimdi de ateşinize bakalım dedi. kulağıma marketlerde fiyat değiştirmede kullandıkları etiket basma makinasına benzer bir şey soktu.
ateş çok yüksek değil, peki ağzımızı açalım şimdi dedi. o bir kez daha uyarmadan kocaman açtım. AAAAAA
hmmm yaptı.
sırtımı açtırdı sonra. derin nefesler aldırdı. öksür dedi. öksürdüm.
anlaşıldı dedi.
ama ben bir şey anlamadım.
telaşsız adımlarla masasına yöneldi. latince bir şeyler mırıldandı. ben yine bir şey anlamadım. ama sevdim polifonik melodisi olan kelimeleri. çünkü söylenişleri çok güzeldi.
lakin doktorumuz ciddiyetinden hiç bir şey kaybetmemişti. dört kalem ilaç yazdı. tek tek onları anlattı bana. biri burundan, diğeri ağızdan olmak üzere iki sprey. bir antibiyotik. bir de soğuk alğgnlığı ilacı.
o an bir düşünce oluştu zihnimde. daha doğrusu bir soru?
acaba bugün aynı muayeneyi uyguladığı ve aynı ilaçları yazdığı kaçıncı insandım? işini ve iş yerini seviyor muydu? yahut  insanları?
bodrum katta, karanlık, penceresiz bir odası vardı. odada müzik yok. kasvet ve ağır ilaç kokusu var. hızlıca bir hesap yaptım kafamdan. dokuzdan dörde çalışsa, saatte dört hasta baksa günde en az 24 hasta eder. bu karanlık. ve sessiz odada. o an mini bir empati fırtınası yaşandı içimde. o'na karşı değişen düşüncelerimi toparlarken o "geçmiş olsun" diyerek ve yine gülerek uzattı reçeteyi.
bu sefer gülüşünü beğendim.
.
tracy chapman - the promise