delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor* - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

delilik sevgilim, bir sözcük üzerine kurulmuyor*

şimdi bir "pazarcı" cafesinde ahmet kaya'ya sardırdım. çok özel bir sebebi yok. saat: 10:43 belki de 11:43 hangisi doğru bilmiyorum. yaz saati, kış saati derken saatler yine karıştı. sabahtan beri bilgisayar ayrı, televizyon ayrı, telefon ayrı saati gösteriyor. gerçi çok da umrumda değil. hem zaten ahmet kaya da ilk tercihim değildi. telefondaki 296 şarkılık listeden rastgele bir şarkı seçtim. o çıktı. değiştirmedim. sadece karışık çal işaretini kaldırdım. bi'keresinde demiştim çünkü hüznümüze, ağrıyan yerlerimize iyi geliyor bu şarkılar diye. lakin işte, ben pazar kahvaltıcılarını boş gözlerle izlerken ahmet kaya onbir adet "öldüren" şarkısıyla adeta dünyaya ve bana meydan okuyor şimdi. saat onkırkdokuz belki de onbir kırkdokuz. hâlâ umrumda değil..
..
günlerdir etrafımdakilerden saklamaya çalıştığım bir boşluktan ziyade sertlik var dimağda. bazen mideye oturuyor bir kaplan yavrusu gibi bazen boğaza diziliyor bir yumru gibi. ilginçtir sabah kadıköy'e indiğim sarı dolmuşta sırtımda hissettim bu pahada ağır yükü. hani o an ya da şimdi bir lamba cini çıksa karşıma ve sorsa; dile benden ne dilersen mithad selim?  şu sebepsiz ve anlamsız sıkıntıyı al götür sırtımdan başka ihsan istemem bay cin derdim. üstelese ve "iki hakkın daha var" dese, isteyecek ve dileyecek hiç bir şeyim yok şu zaman ve hayatta mümkünse ihtiyacı olanlara dağıt derim. çünkü ve zira (bu iki kelimeyi aynı anda kullanmaya bayılıyorum) taşlaşmış vaziyetteyim kaç gündür. hani sebepsiz sıkıntılarım olmuştu ama bu denli abarttığım olmamıştı hiç. insan hiç mi tepki göstermez, hiç mi hayal kurmaz. hiç mi.... neyse.. bildiğin duygudan, düşünceden arınmış bir kaya parçasıydım işte.
geçenlerde okuduğum , şimdi ismini anımsamadığım bir kitapta şöyle yazıyordu; "benliğinden vazgeçenler bir süre sonra taşa benzerler." lakin benimkisi benliğimden kopmama savaşıydı sanki daha çok. ya da ve belki de benliğim diye bana dayatılandan kurtulma çabası. emin değilim.
gerçek olan şu ki; bu ahvâl ve şeraitte hiç bir beklentim yoktu. ne hayattan ne de lamba cininden. şimdi de yok. ama şunu söyleyebilirim; şimdi oturup bunları yazdım ya; ister inan ister inanma bana ama midemdeki o katılık şöyle bir yavşadı, genişledi gibi.
belki de aklımın bir oyunu bu da. belki yazıdan sonra daha büyük bir akım esir alacak beni. belki çok daha başka şeyler olacak. belki ve yine belki... hayatı biraz olsun çekilir kılan yanı biraz da bu bilinmezliği değilmi sevgilim?
belki az sonra ahmet beyi kapattıktan sonra açtığım radyoda çok güzel bir fransızca şarkı çalacak ve ben o an her şeyi unutacağım. belki çok kötü şeyler olacak. allah korusun akşam beşiktaş yenilebilir mesela. belki daha güzel şeyler olur. misal, arkadan sana benzeyen bir kadın görebilirim 15:45 vapuruna binerken. ama işte bilemeyiz yine de. belkilerle dolu bir hayat. biraz matematik, biraz coğrafya gibi...
oysa hayata ve sıkıcı pazar günlerine bok atıp durmak en iyi yaptığımız şey. ama ve aslında hayat dediğimiz şeyin ta kendisiyiz. tüm hatalarımızı, kırgınlıklarımızı, yetersizliklerimizi kocaman bir çuvala doldurmuşuz ve adına hayat demişiz. kendimize kızdıkça kum torbası gibi yumrukluyoruz. sonra da karşısına geçip sayıp sövüyoruz. 
söylesene sevgilim; aynaya bakıp küfretmekten yahut rüzgara karşı tükürmekten ne farkı var ? bence yok. sanırım bunu bilerek ama görmezden gelerek tekrarlamamız acı veriyor bize. kendimizle olan mücadelemizde her şartta kaybedenin yine kendimiz olduğunu bilmek diyorum. çok acı..
..
misal, o sonu gelmez imkansız hayallerimiz, sahte mutluluk oyunlarımız, sırf dışlanmamak adına yaşıyormuş gibi yapmalarımız, sıradanlaşmalarımız ve sonra işe gidip eve dönmeler, zoraki günaydınlar- iyi akşamlar, iyi ki doğdunlar, hastalıkta ve sağlıkta en az üç çocuklar, alışverişler, akıllı telefonlar, vizyon filmleri, best seller kitaplar, altmışaltı aylık araba yahut konut kredileri. hep daha iyiye, hep daha ileriye varmak adına.. 
nah işte! öyle olmuyor o işler...
sonuçta bâki kalan bu kubbede ; yalnız kalpler, araftaki ruhlar ve soğuk odalar oluyor...
oysa vita tenekesinde yetiştireceğimiz begonviller yeterdi bize..  iki nakarat da şarkı..
.
saat şimdi;  onbir onüç yahut oniki onüç... izninle gitmeliyim sevgilim..