birikenler - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

birikenler

&
göztepe metro istasyonunun dimdik , hattın ve belki de ülkenin en uzun birinci aşama merdivenlerini aşıp sağa döndükten sonraki fayanslı yolda ikinci aşama merdivene yürürken gözlerimi kapadım bugün. arkadan ve uzaktan tık tık duyulan zarif bir hanımın ayak seslerine karşılık yine uzakta, elli metre ötede yürüyen merdivenin homurtulu sesi vardı. niye böyle bir şeye kalkıştım bilmiyorum. amacım merdiven sesine ve dolayısı ile merdivene en yakın noktada gözlerimi açmaktı. sanki yıllar süren adımlamalardan sonra seslerin çoğalmasıyla panikleyip,  oyunbozanlık yaptım. sol gözümü  kısarak açtım. merdivenlere en az on metre vardı. bu sefer sımsıkı kapattım gözlerimi. adımlarımı sıklaştırdım. sesler arttı. aldırmadım. daha da hızlandım. çok değil beş-on saniye sonra siyah bir karaltının üzerine yüzükoyun kapaklandım. arkadan gelen ayak sesleri telaşlı ve hızlıydı bu sefer. - iyi misiniz diyen son derece kibar ve şefkatli  ses için geri döndüğümde ;
altı yaşındayken kapalı çarşıda anne ve babam arkada ben önde kare şeklindeki yer taşlarıyla gözlerim kâh açık, kâh kapalı bir şekilde oynarken kaybolup feryat figan ağladığımı ve bir esnaf yardımıyla bulunduğumu hatırladım.

&
kim basinger'ın en genç ve alımlı hali halt etmiş cazibenizin yanında. sakin ama kararlı adımlar. hemen omuz başında biten permalı, sarı saçlar. saçlar evet, doğal mı yoksa boya mı inanın hiç umurumda değil.  çünkü masumiyetin ve aynı zamanda şehvetin meali o dudaklar. ama en çok o vakur ve dik duruşunuz sayın hanımefendi. o asil duruşunuz diyorum bugün kırmızı ışıkta ve tam on altı otuz dokuzda beni benden aldı.
bir güneş gözlüğü bu kadar mı yakışır bir güzel yüze...

&
özgürlük parkı, küçük istanbul olmuştu sanki o pazar öğleden sonrası. öyle kalabalık. yirmibeş teleye alabildiğince açık kahvaltı edenler,sigarasını içli içli tellendirenler, dedikodu yapanlar, koşanlar, coşanlar, bisiklete ve kaykaya binenler, çocuklu ve çocuksuz yürüyenler. hepsi ama hepsi bir eylem halinde. "şimdi ne bok yiyeceğim lan ben" diye bir düşünen bendim sanki bu pazar serüveninde. çok istedimse de bir türlü giremedim içlerine o güneşli öğleden sonrası. ayrık otu gibi kaldım süs havuzunun kenarında. baktığımda hemen hepsi uzaktan mutlu görünüyorlardı. fakat yaklaştıkça  bunun da oyunun bir parçası olduğu anlıyordum. çünkü çok güzel mutluluk oyunu oynuyorlardı. ben bunu bile beceremiyordum.  oysa beni gerçekten mutlu eden şey ; gözlerimi kapatmış tom waits dinleyerek yürürken ağaçların arasından süzülen güneşin ve hafif rüzgarın yüzümü okşamasıydı. parkta geçen üç buçuk saatimin en kayda değer gelişmesi, hatta yaşadığımı hissedip 'nefes alabildiğim' yegane an buydu sadece. 
sonra benim gibi yalnız bir banka oturdum dünyanın tüm yalnızlarının ağırlığını omuzlarımda hissederek. kim bilir belki bir yabancı yanıma oturur ve ben daha sormadan hikayesini anlatırdı. evet bayım, tıpkı forrest gump'daki gibi. ya da işte sıkıntımı dağıtmak için belki ben anlatmaya başlardım birden bire. olmadı. saatlerce oturdum. bir kuş bile gelmedi.

&
ortalama bir buçuk senede bir paketi zor bitirebildiğim sigarayı bırakma kararı almıştım tam on dört gün önce bugün. ama lanet , böylesine cazibeli bir haziran akşamında öyle özletiyor ki kendini. kifayetsiz kalır şimdi bütün kelimeler. anlatamam. ağlayamam. cadde-i manzarayı cepheden gören yerimi kaptırmamak için on beş adım ötedeki büfeden de alamam. üşenirim. sezen dinlerim..