dün gece dirseğimi öptüm de yattım - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

dün gece dirseğimi öptüm de yattım

şairin tepeden istanbul'una baktığı gibi olabildiğince yukarıdan baktım ben de hayatıma dün gece onbiri çeyrek geçe. canım sıkıldı. hem öyle böyle değil. kötü ve sıkıntılı olduğunu biliyordum hayatımın ama bu kadarını ben bile beklemiyordum. arkadaşlarımı aradım hemen can havliyle. kimi uyumuştu. kimi sarhoştu. uyanık bulduğum tek arkadaşım da intihar etmek üzereydi. durumumu anlattım. "beterin beteri varmış abi" diyerek ve ağlayarak vazgeçti intihar etmekten. telefonuma cevap vermeyen diğer bir arkadaşım da hangi internet sitesinden kopyaladığını bilmediğim bir dörtlükle kandilimi kutluyor şimdi ben bu satırları yazarken. bir yerde yanlıştık ve doğuştan yalnızdık tamam da hırsızın hiç mi suçu yok a.k.
***
on belki onbir en fazla onbeş kilometre yarıçapındaki bir sarmalda gidip geliyordum her gün. geleneksel zorlamalarla ve haftasonları doğu-batı istikametinde beş kilometre daha ilerleyip ortalama yirmikilometreyi buluyordu sarmalın yarıçapı. bazen de bir kibrit kutusunun içinde hissediyordum kendimi. sanki bir el kutuyu ittiriyor ve kutunun açık olan tarafından işyerine ulaşıyordum sabahları. sonra aynı el akşamları  geriye itince kutuyu ters taraftan eve ulaşıyordum. bir ileri, bir geri. her sabah ve her akşam.
hiç bir şey değişmiyordu. değişeceği de yoktu.
***
hep aynı.
kahve yerine tek şekerli içiyorum yine çayı.
ve yine yorgun, çok yorgun kalkıyorum sabahları. ata isimli bir şehirde çalışıyorum artık.
tek vesait. o yüzden otobüsle gidiyorum bazen.. her sabah ve her sabah en arka koltuğa tersinden oturuyorum. hep boş olduğundan orası ya da...
tersine gidiyorum işte.
sol cam kenarında ve yeşil renginde çevre dostu otobüslerin.
karşımda bazen üç, bazen dört kişi oluyor. ve her güneş doğumunda ben otobüsün terkisinde
ya uyur vaziyette müzik dinliyor ya dışarıyı izliyorum. kitap okuyamıyorum. gazete de. hayali mektuplar yazıyorum. buongiorno diyorum, guten morgen bazen. e good morning zaten bizden biri gibi artık.
keyifliysem o gün;  buenas dias diyorum en çalındık google çeviri dilleriyle. çevredeki insanları da ihmal etmiyorum tabi. onlara da bakışlarımla bonjour diyorum. hep araba kullanmamanın verdiği avantajla. lakin beni nasıl mine kırıkkanatlaştırıyor bilemezsin otobüs havasızlığındaki bu kalabalık.
***
 sabahları nerdeyse hepsinin ağzında emzik gibi bir sigara ve durakta duman duman ... onlar üfledikçe ben duraktan ve insanlıktan uzaklaşıyorum. okul servisleri duruyor önümde sonra. içinde parmak kadar çocuklar ve dışarda onları geçirmeye gelen kapıkulu askeri gibi veliler. nasıl bir şartlanmışlıktır bu diyorum kendi kendime. ama herkes ve ama her yer. hipnotize edilmiş tüm insanlık sanki. ya da kurulmuş robot gibi herkes her sabah aynı hareketleri tekrar ediyor. adam dönülmez yerden bile aynı şekilde dönüyor her sabah. elbet çocuklar da dahil bu şartlanmışlığa.  parça parça ama hepimiz aynı kalıbın içindeymişiz gibi. etrafımızı kuşatan koca koca beton binalarla birlikte sanki bizleri de harc etmişler de harc-anıp gidiyormuşuz gibi.
bekleşiyoruz durakta. gitgide kalabalıklaşıyoruz da. solumuza bakıyoruz hep. kuzeye yani. gelen otobüslerin tabelasını okumaya çalışıyoruz. bazılarımız telaşlı. akbil doldurmalı. gazete de almalı.
ha unutmadan kahvaltı için zeytinli poğaça da. 
ne yapıyoruz? yaşamaya mı çalışıyoruz ayakta durmaya mı? bir yaşam nedir? bir mithad kimdir? istanbul mu büyük yoksa hayat mı? bir kilo pamukla demir eşit gibiydi de yumurtayı çözememiştik sanki siyah önlüklü beyaz yakalı zamanlarımızda. ve henüz üç günlük işte şark kurnazlıkları, sahte gülümsemeler, paranın, makamın onun bunun kölesi esir ruhlar.
neden katlanıyorum ki tüm bunlara diyorum.
neden? hem içimden hem dışımdan.
cevabını gayet iyi bildiğim halde bir ayağını duvara, iki kolunu göğsüne yaslamış esmer güzelinin masum ama düşünceli  yüzünden medet umar gibi. bakıyorum.
neden-siz?
***
çünkü bayım ve çok sevgili genç bayan bu dünyada yaptığımız ve yapacağımız her eylemin bir karşılığı vardır. bunu biliyor olmak işte insanın elini ve kolunu bağlayan. bir tek zihin, bir tek hayal yolları açık. lakin gün geliyor o da fayda etmiyor işte. merhem olmuyor yaraya.
elbet başka evrenler, başka yaşam alanları var. evet tıpkı filmlerdeki gibi ve evet tıpkı kitaplardaki gibi. mutluluğun saf kaynağı gibi görülen o hayaller de var orada bir yerlerde evet.
lakin sorun şu ki ; bu taraftaki acıların karşılığında o evrende başka acılar bekliyor bizi. çünkü diyorum ki ; vicdan denen baska bir gerçek var her iki evreni de içine alan. hem aynı filmlerden birinde demiyor muydu afili aktristimiz; "vicdan susturulamaz. o seni susturur ama sen vicdani asla susturamazsin" diye.
son tahlilde boyle bir evren elbetteki var. lakin bir karsiligi da.
dolayisiyla uçurumun ha bu kenarında durmuşsun ha diger kenarında. fark eder mi? yahut ve bizzat ben şahsen kendim çıplak gözle görmeme rağmen o hayalleri, bu denli tutuk olmamı,  bir arpa boyu bile değil ileri, sağa ve sola dahi gidemeyip yaklaşık üç sene önce kendimi bıraktığım yerde olduğumu yine kendime başka nasıl izah ederim.
nasıl?
***
.