biz üç kişiydik - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

biz üç kişiydik

sene kaçtı tam hatırlamıyorum. mevsimi hiç sormayın ama güneşli parlak bir gündü. apartman bahçemizin önüne bir kamyon dayanmış, birer ikişer eşyalar taşınıyordu. mahalledeki her taşınma ayininde olduğu gibi başta ilgili apartman sakinleri olmak üzere büyüklü küçüklü her boydaki mahalleli önce bir müddet olayı seyretmeye sonra ucundan kıyısından tutarak eşya taşınmasına yardımcı oluyordu. yine öyle oldu.
ben eşyalardan çok kendi yaşıtım iki ferdin daha apartman hanesine dahliyle ilgileniyordum. nasıl bir elektriklenme  yahut kaynaksa daha o an da çarptı bizi ve yüzük, kan, süt, ayran kısacası yeryuvarlakta ne kadar kardeşlik varsa bir hafta içinde tüm prosedürleri tamamlayarak ayrılmaz bir üçlü oluverdik.
üç kişiydik biz.
hafız, bir yaş büyük abisi fiko ve ben. selim. mithad selim.

mahşerin olmasa da mahallenin üç atlısıydık artık. insan bir defa da olsa kavga etmez mi ya?
biz etmedik.(maşallah)
üçümüzün birden aşık olduğu kız yüzünden bile. (hoş kıza tüm sınıfın erkekleri aşıktı o da ayrı konu.)

beraber ağaçtan düştük, mahalle maçının ardından elbet kavgaya tutuştuk beraber karşı mahallenin veletleri ile, sokaktaki fenni sünnetçiye beraber teslim olduk ( her ne kadar fiko biraz uğraştırıp damlara tepelere çıksa da kaçınılmaz son o'nu da buldu) e sünnet sonrası etek de giydik mecburen! 

sonra ilkokula da beraber gittik. orta 2 de biz anadolu yakasına taşınana dek ayrılmaz üçlüydük. bir taşınma ile başlayan tanışıklığımız başka bir taşınma macerasıyla kopmadı elbette. ama biraz sekteye uğradı. lakin daha da güçlendi bu kesin. kim komşusunu, arkadaşını 60 km öteye kadar geçiriyor şimdi! fiko ve hafız avrupa'dan asya'ya geldiler benimle beraber. fiziki olarak ayrılıklar olsa da gönüllerimiz hep birdi.
bir üst çaprazımızda otururlardı. sırf biz değil ailelerimiz de çok iyi anlaşıyorlardı. çok yakın akrabalarımız gibi olmuşlardı. evde kimseyi bulamasam direk hafızlardaydım. tam tersi onlar içinde geçerliydi. kulakları çınlasın müstesna teyze çok cana yakın bir o kadar da tez canlıydı. tek sevmediğim yanı oğullarını benle karşılaştırmasıydı. ineklik mertebesinde olmasa da çalışkan bir öğrenciydim. bizimkiler ise biraz daha az çalışkan. "bakın mithad ne güzel çalışıyor derslerine notları da güzel sizin gibi tembel teneke değil" nutukları başlayınca bizimkilerden çok ben yerin dibine girer, ezilir büzülürdüm. ama onlarda vakit geçirmeyi de çok severdim. hali vakti yerinde olan teyze çocuklarının getirdiği kitaplar sayesinde texas, tommiks ile ilk kez onlar da tanıştım. onlar da ilk futbol maçına rahmetli babam sayesinde gittiler. hiç unutmam. hafız'la fiko da unutmuyor. hatta fiko daha sonra amatör futbola başladı.  hafız; ortamdaki gürültüyü sevmeyerek bir daha futbol maçına gitmedi. hayır kendini güzel sanatlara da adamadı. tekvandoya yöneldi. askerden sonra da pazarlamaya. bir özel kuruluşta pazarlamacı şimdi.
fiko; güneydoğuda zor bir askerlik yaptı. sivile intibakı zor oldu. tam kendine geldiğinde bir darbe de aşkından yedi. neyse ki o'nu da atlattı. bir kaç iş değiştirdikten sonra sağlık sektörünün en aranılan ama en "fırlama" teknisyeni olarak levent civarlarında cirit atıyor şimdi.

mithad; babasının yoğun isteği ve desteğinin altında zaman zaman ezilse de okudu. üniversiteyi bitirmeyi başardı. adam olup olmadığı hala tartışma konusu. kendisi ile mücadelesi devam ediyor, bunaldığında çocukluğuna sığınıyor ve uzunca bir müddet orada kalmayı yeğliyor.

müstesna teyze : yolda karşılaşanların fiko yahut hafız'a ablan mı diye sordukları müstesna teyze de zamana yenik düştü, yaşlandı artık. ama ilk günkü tez canlılığı çocukları için çırpınışı hala taptaze. o bir anne. eli öpülesi anne. tıpkı benim canım annem gibi. tıpkı tüm anneler gibi.

.
ahmet kaya-biz üç kişiydik
.